Hacı Bektaş Veli Dergahı

HACI BEKTAŞ VELİ MÜZESİ:

Hacı Bektaş Veli’nin, o zamanki adı “Sulucakarahöyük” olan Hacıbektaş’a gelerek, burada öğretisinin temellerini attığı bilinmektedir. Mütevazi olduğu tahmin edilen ilk yapılanmadan günümüze intikal eden tek yapı, bizzat Hacı Bektaş Veli tarafından kullanıldığı düşünülen “Kızılca Halvet” adındaki “Çile Damı” dır. Kızılca Halvet ile bunun kuzey duvarına bitişik olan Hacı Bektaş Veli’nin Türbesini, külliyenin çekirdeği olarak kabul etmek gerekir. Vilayetname’ye göre türbe, atası Gazi Osman ile yakınlıklarından dolayı, Hacı Bektaş’ın anısına içten bağlı olan Sultan Gazi Murat (Orhan Bey) (1326-1389) tarafından, Yanko Madyan adlı bir mimara yaptırılmıştır. Türbenin, Seyyid Ali Sultan tarafından 1385 yılında yaptırıldığı da ileri sürülmektedir.

Alevi-Bektaşi düşüncesinin olgunlaştığı dönem olarak bilinen 14. yüzyılda, daha sonraları tarikat külliyesi olarak kullanılacak bir yapı topluluğunun oluşmaya başladığı anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş Veli Dergahı Orhan Gazi, I. Murad, Yıldırım Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde yapılan eklerle genişletilmiş ve 16. yüzyılda bugünkü konumuna getirilmiştir. Sultan II. Bayezıt, 1485-1486 yıllarında türbenin çevresini düzenlettirmiş ve kubbesini kurşunla kaplatmıştır. Türbe, Sultan IV. Mustafa dönemine rastlayan 1807 yılında da onarım görmüştür. 1826 yılında Yeniçeri Ocağını kapatıp, Bektaşiliği yasaklayan Sultan II. Mahmut, çıkardığı 11 Ocak 1827 tarihli fermanla, “Anadolu’daki bütün Bektaşi tekkelerinin türbe mahalleri hariç bütün binalarının yıktırılmasını; eşya, emlak ve diğer gelirlerine el konulmasını” emretmiştir. Birçok Bektaşi tekkesi camiye dönüştürülmüş ve daha çok Nakşibendi tarikatına mensup şeyhlerin idaresine bırakılmıştır. 1839’da tahta çıkan I.Abdülmecid (1823-1861) döneminde Bektaşi tekkeleri yeniden canlanmıştır. Sultan Abdülaziz, 1862 yılında İstanbul’dan gönderdiği mimarlar ile yapı topluluğunu ve türbeleri onartmıştır. Sultan II.Abdülhamit de 1895’te dergahı onartmış, genişletmiş ve bugünkü durumuna gelmesini sağlamıştır.

30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair yasa ile, Hacı Bektaş Veli Dergahı da kapatılmıştır. Hacı Bektaş Veli Dergahında bulunan eserler, Milli Eğitim Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü’nce gönderilen bir heyet tarafından saptanarak, önemli ve taşınabilir durumda olanlar önce Ankara Kalesindeki bir depoya, Ankara Etnografya Müzesinin kurulması ile sözkonusu müzeye taşınmıştır.

Külliyenin geniş kapsamlı onarımına 1958 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlanmış, 1959’dan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından devam edilmiş; büyük ölçüde aslına uygun biçimde tamir edilen külliye, 16 Ağustos 1964 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır.

Hacı Bektaş Veli Külliyesi 1.Avlu (Nadar Avlusu), 2.Avlu (Dergah Avlusu) ve 3. Avlu (Hazret Avlusu) çevresindeki yapılardan oluşmaktadır. Külliyede bulunan tüm yapılar, fonksiyonlarına uygun biçimde bu avluların çevresine yerleştirilmiştir. Bektaşiliğe özgü terminolojiye uygun olarak bu yapılara, “mihman evi, aş evi, ekmek evi” gibi adlar verilmişti. Kendi içinde birer “ocak” şeklinde teşkilatlanmış olan bu birimlerde, “mihman evi babası, aş evi babası” olarak adlandırılan bir baba ve bu babaya bağlı “canlar” (dervişler) faaliyet göstermekte; bütün babalar Pir Evi’nde postnişin olan Dede Babaya tabi bulunmaktaydı.

BİRİNCİ AVLU (Nadar Avusu):

 

Külliyenin Birinci Avlusuna, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1963 yılında yaptırılan ve orijinaline benzer büyük çatal bir kapıdan girilmektedir. Taç Kapı olarak isimlendirilen, oldukça geniş ve yüksek olan bu kapının cephesi dik bir prizmayı, içerisi de bir tüneli andıran görünümdedir. Onarım öncesinde bu kapının dış yüzünde bulunan kitabede “Burası aşıkların kabesidir. Eksik gelen tamam olur.” sözleri yazılıymıştı.

Birinci Avlu, altın avlu anlamına gelen “Nadar Avlusu” olarakta bilinmektedir. Bu avlu geniş bir bahçe görünümünde olup, girişin solunda bulunan “At Evi” ile sağ taraftaki “Ekmek Evi” nden günümüze hiç bir eser kalmamıştır. Avlunun doğusunda, Postnişin Feyzullah Dedebaba zamanında, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Fikriye Hanım tarafından yaptırılan Üçler Çeşmesi (Feyzi Baba Çeşmesi) bulunmaktadır. Çeşmenin Osmanlıca yazıtında şu yazı yer almaktadır: “Asitan-ı Hacı Bektaş Velî’de nice zat, – Eser hayrederek eylemiş ümmid-i necat, – İşte bu nev eser i muteber inşaasınada, – Türbedar Fevzi Baba oldu delil-ül hayrat, – Çokeri Ali Aba Fatıma Fikriye Hanım, – Yapdı bir çeşme ki tahsin eder ehl-i hasenat, – Dilerim bais-i ve banisini zat-ı vehhap, – Kevser-i nabilesir-ab ide ruz-u Arasat, – Aktı tarihi bu mizab-ı kalemden kami, – (Şey Baba) Şüheda aşkına Ya HU içiniz ab-ı hayat. – Harrere Mustafa Vasfi – Nevşehir. 1320 (M.1902)” Bu çeşmenin etrafı renkli taşlarla bezenmiş; çeşmenin tepesine 12 dilimli Hüseyni Tacı, çeşme üzerine ise Mühr-ü Süleyman olarak adlandırılan altı köşeli yıldız motifi eklenmiştir. Bir çember içinde, altı adet uç oluşturan birbirine geçmeli iki üçgen ve ortalarındaki altı dilimli gülden oluşan bu motifte, “Gülün evrenin şifresi olan sevgiyi, yukarı bakan ucun ateşi yani yanlışı, aşağı bakan ucun suyu yani doğruyu temsil ettiği; hayatın doğru ve yanlışların çatışmasından ibaret olduğu” anlatılmaktadır.
(MÜHR-Ü SÜLEYMAN: Tüm semavi dinlerce kutsal kabul edilmiştir. Üstelik, sözkonusu sembolün tarihi bu dinlerin tarihinden daha eskidir. Tunç Çağı buluntularında dahi bu sembole rastlanmaktadır. Farklı topluluk ve zamanlarda farklı anlamlar atfedilen bu sembol bereket, güç, hikmet yada ilahi himaye beklentisinin sembolü olarak görülmüştür. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde çok yaygın olarak kullanılan Mühr-ü Süleyman simgesi, kılıçlar üzerinde, cami duvarlarında, mezar taşlarında, çeşme ve şadırvanlarda, kapı kanatlarında, tepsilerde, tabaklarda, sikkelerde, mangırlarda, hatta rüzgara hükmetmek isteyen Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağında da kullanılmıştır. Bu sembolü “Davud’un Yıldızı” olarak kabul edenler, altı köşeli yıldız sembolünü sözkonusu mühür-yüzükten önceye götürmekteler ve bu sembolü Hz. Süleyman’la değil, O’nun babası olan Hz. Davud’la ilişkilendirmektedirler. Motifin altı ucundan her birinin Musa, İbrahim, Harun, Davut, Yakup, İshak peygamberleri temsil ettiğini düşünenler de vardır.)

Üçler Çeşmesi’nin biraz ilerisindeki kapıdan, bugün yalnızca temel kalıntıları bulunan Ekmek Evi’ne geçiliyordu. Nadar Avlusu’nun kuzey yönünde, kırmızı renkli kesme taşlar ile örülmüş olan duvarda bulunan Üçler Kapısı, Dergah Avlusu (Meydan Avlusu) adındaki ikinci avluya geçit verir. Sarı renkli kesme taşlar ile örülmüş olan sivri kemerli duvar, kapının üzerinde üçgen bir alınlık meydana getirmektedir. Kapının her iki yanındaki kare biçimindeki kırmızı taşlar üzerindeki işlemeler dikkat çekmektedir. Bu kapının batısında, külliyenin hamamı ve çamaşırhanesinin girişleri bulunmaktadır. Günümüzde bu bölümler depo olarak kullanılmaktadır.

İKİNCİ AVLU (Dergah Avlusu):
Meydan Avlusu da denilen İkinci Avlu’ya (Dergah Avlusu), düzgün taştan yapılmış üçgen alınlıklı Üçler Kapısından girilmektedir. İlk yapılışında taş döşeli olan bu avluya Üçler Kapısından girildiğinde, kare planlı bir havuzla karşılaşılır. Bu havuzun Üçler Kapısına bakan duvarında üçgen bir alınlık bulunmaktadır. Bu üçgen alınlığın tepesine mermerden yapılmış ve 12 dilimli bir Hüseyni Tacı yerleştirilmiştir. Üçgen alınlığın havuza dönük yüzünde ise 12 mısradan oluşan bir yazıt bulunmaktadır. Bu yazıttan havuzun, Tepedelenli Hacı Feyzullah Dede Baba zamanında, Beyrut Valiliği yapan Halil Paşa’nın eşi tarafından 1906-1908 yıllarında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yazıtın orjinali şöyledir: “Maşallah Sene: 1324 (M.1906) Sene: 1326 (M.1908) – Bahr-i ummanı velayet Hacı Bektaş Velî – Hangah-ı feyz-i baridir hemen cennet-i misil – Valiy-i Beyrut devletlü Halil Paşa gibi bir vezirin – Hemseri ismetveri Zehra adil Nazile Hanım bu havuzu itdi inşa’a – Tekyede yaptı güya cennet-i mevade aynı sel sebil – Hacı Feyzullah Baba gayreti ve himmeti ile – Oldu icrasında bu havzu sefa bahs-i delil – Saki-i Kevser şehid-i Kerbela aşkına – Her biri olsun ilahi nail-i ecr-i cezil – Kıl ki remziden Güher-i tarih-i caridir – Bab-ı Kevser oldu bu havzu dildare-i sebil – Mehmed Esad (Mucuri).”

Bu avlunun doğusunda ve batısında, kesme taştan yapılmış ayaklar üzerine oturtulmuş kemerler vardır. Avluda, doğu yönünde Aslanlı Çeşme ve Aş Evi önünde beş adet, tekke camisi önünde üç adet; batı yönünde ise yedi adet olmak üzere, on beş adet kemer bulunmaktadır. Üstü örtülü ve önü açık kemerlerin gerisine, Külliyenin yönetiminde önemli işlevleri olan yapılar iki grup halinde yerleştirilmiştir. Doğudaki grupta, güneyden kuzeye doğru Arslanlı Çeşme ve Aş Evi yer almaktadır. Batıdaki grupta ise, güneyden kuzeye doğru Çamaşır Evi, Mihman Evi, Meydan Evi ve Kiler Evi yer almaktadır. Kiler evinin içinden geçilerek girilen mekan Dede Baba’nın kışlık odasıdır. Bu oda ve kiler evinin üst katında, külliyenin bütününe egemen konumu ile Dede Baba Köşkü yer alır.

İkinci Avlunun güney-doğusunda, renkli kesme taşlardan yapılmış ve üç kurnası bulunan bir çeşme vardır. Çeşmenin yanındaki kemerin havuza bakan tarafındaki yazıtta “Malgoç Bali İbn-i Ali hazretleri gaziler serdarı ol din eri, Hacı Bektaş-ı Velî’nin aşkına, eyledi, cari bu ayn-ı kevseri, tarih dokuz yüz altmış ikide teşnelikten oldu abdalan beri” yazısı yer almaktadır. Bu yazıt, Arslanlı Çeşmeyi Yusuf Bali Çelebi’nin oğlu Bektaş Çelebi’ye konuk olan Silistre Valisi Malkoç Bali İbn-i Ali Bey’in 1554 yılında yaptırmış olduğunu göstermektedir. Mısır Prenseslerinden Kara Fatma Sultan’ın 1853 yılında Mısır’dan gönderdiği mermer arslan heykelinin çeşmeye yerleştirilmesinden sonra, çeşme Aslanağzı Çeşmesi yada Aslanlı Çeşme olarak anılmaya başlandı. Arslan heykelinin yerleştirilmesi ile, 1854 yılında çeşmenin alınlığına kitap sayfasını andıran yazıt eklenmiştir. Altı mısradan oluşan yazıtta şunlar yazılıdır: “Muş eden bulur hayat-ı Cavidan – Çeşme-i hayvan ki derler işte bu – İç şehid-i Kerbela’nın aşkına – Ver salat ile selam ile vuzu – Cevher-i tarihini söyle Hilmiya – Aslanın ağzından aktı buzlu su – Sene:1270 (M.1854)”

İkinci Avlu’daki bazı kemerlerin üzerinde, küçük beyaz mermer taşlar üzerine yazılmış, dergah ile ilgili onarım yazıtları bulunmaktadır. Aslanağzı Çeşmesi yanındaki birinci ve ikinci kemerin arasında yer alan yazıtta anonim bir beyit yer almaktadır. 1544 Tarihli yazıtta şunlar yazılıdır: “Ey günahkar evronuz yüzü kara, Ne yüz ile Hazret-e karsu vara. 951 (M.1544)” Bu yazıtta yer alan 1544 tarihi, kemerlerden oluşan revakların yapılış tarihine ilişkin fikir vermektedir. Aş Evi önündeki kemerin dış yüzünde yer alan yazıtta ise, “Tecdid kıldı bin iki yüz seksen altıda, Aşhaneyi bu tak-u revak-ı Hasan Dede. 1286 (M.1869)” yazılıdır. Bu yazıt ise Hasan Dede tarafından 1869 yılında yaptırılan onarımı belgelemektedir.

Meydan Evi kapısı önündeki kemerin Meydan Evine bakan tarafında yer alan “İdüb tamirini hayrat, Nebi Dede olup dilşad, sene bin iki yüz otuz sekizde, eyledi bünyad” ve kemerin meydana bakan tarafında yer alan “Etti tamirin Turabi hane-i takın cedid, avn-i hakk bin iki yüz seksen iki tarih bedid”  yazılarının olduğu yazıtlarda, 1238 (M.1822) ve 1282 (M.1866) yıllarında yapılan onarımları belgelemektedir.

AŞ EVİ:

Aş Evi’ne, İkinci Avlu’dan iki kanatlı genişçe bir kapıdan girilir. Birbirinin devamı olan iki koridordan geçilerek, asıl Aş Evi salonuna ulaşılır. Birinci koridorun sağ tarafındaki küçük odada Aş Evi Babasına ait olduğu tahmin edilen bir mezar bulunmaktadır. Bu mezarın kime ait olduğuna dair bir bilgi yoktur. Birinci koridordan ikinci koridora açılan kapının üzerinde 968 (M.1560) tarihli Arapça yazıtta ise, Benna haza el-matbah el-mübareket-i el-Hacı Bektaş el-Horasani el-mamur sahibül-hayrat Bali Bey Bin Gazi Malkoç Rahmetullah-ı aleyh. Sene 968 (M.1560)” yazmaktadır. “Hacı Bektaş Veli Horasani’nin bu mübarek mutfağı, Gazi Malkoçoğlu Bali Bey tarafından imar edilmiştir. Allah ondan razı olsun.” yazısından, Aş Evi’nin 1560 yılında onarım gördüğünü öğreniyoruz.

Birinci koridorun sonundaki kapıdan ikinci bir koridora geçilir. Bu koridorun solunda bulunan kapı ile kiler odalarına, koridorun sonundaki kapı ile de asıl aşhaneye geçilir. İkinci koridorun sonundaki kapıdan aşhaneye girildiğinde tam karşıda bulunan büyük ocak üzerindeki Kara Kazan, Hacı Bektaş Veli’ye gönül verenler ve Yeniçeri Ocağı’nca “bereketin ve bolluğun” simgesi sayılmıştır. Kazanın ağız kenarında, “Tamir-i Selanikli El-Hac Hasan Dede sene 1290 (M.1874)”, “Vakf-ı Sultan Hacı Bektaş Velî Yadigar Sersem Ali” ve “Vakf-ı Hacı Bektaş Velî… Yadigar… İbrahim Baba 1227 (M.1812)” yazıları yer almaktadır. Aşevi salonunda Kara Kazan’ın bulunduğu ocaktan başka, irili ufaklı altı ocak daha vardır. Salonun tam ortasında etlerin doğrandığı mermer bir masa bulunmaktadır. Salonun kuzeybatısında bulaşık yıkama yeri; bunun da yanında az ışık alan, hava akımına müsait ve soğuk hava deposu gibi kullanılan oda bulunmaktadır.

Giriş kapısının sağ tarafında Aşevi Baba’sının oturduğu ve işlere gözcülük ettiği oda bulunmaktadır. Aş Evi salonundaki vitrinlerde, aş evi ile ilgili eşyalar sergilenmektedir. Bu eserlerin çoğu Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın orijinal eserleridir.

 

CAMİ:

1826 yılında Yeniçeri Ocağını kapatıp, Bektaşiliği yasaklayan Sultan II. Mahmut, çıkardığı 11 Ocak 1827 tarihli fermanla, “Anadolu’daki bütün Bektaşi tekkelerinin türbe mahalleri hariç bütün binalarının yıktırılmasını; eşya, emlak ve diğer gelirlerine el konulmasını” emretmiştir. Birçok Bektaşi tekkesi camiye dönüştürülmüş ve daha çok Nakşibendi tarikatına mensup şeyhlerin idaresine bırakılmıştır. Caminin, II.Mahmut’un bu fermanından sonra 1834 yılında yaptırıldığı görüşü ağırlıklı olarak benimsenmektedir. Bedri NOYAN Dedebaba’nın aktarımına göre, Mimar Hikmet’in kitabında Salih Niyazi Dedebaba’nın şu anlatımı yer almaktadır: “Biliyorsunuz ki Alevilik–Bektaşilik bir çok saldırıya uğramıştır…. Alevilik – Bektaşiliğe vurulan en önemli darbe II. Mahmud zamanındadır. Biliyorsunuz ki Yeniçeri’ler Bektâşî idi. Onlar kaldırılırken bizim tekkemizdeki bütün babalar ve dervîşân da kısmen nefyedilmiş ve birçokları katledilmişti. Yalnız Sultan Mahmud, büyük bir velî olan Hazret-i Bektâş’a hürmeten, bu tekkeyi ibkaa etmişti. Gördüğünüz bu câmi o zaman inşa olunmuştu. Teşkilâtımızdan ibâdet ve Âyîn babası olan Meydan evi babasını kaldırmışlardı ve bir fermân ile bu câmi’e bir Nakşbend şeyhi koymuşlardı…. Gördüğünüz hoca da bu câmi’in müezzinidir. Arasıra bizimle yemek yer. Doğrusunu söylemek lâzım gelirse bu Nakşbendi şeyhlerinden birçoğu bize nasihat verirlerken kendileri Bektâşî oldular. İşte İstanbul’daki İsmet Molla bunun güzel bir misâlidir. Sultan Mahmud fermani üzerine Merdevenköyündeki tekkenin görevli şeyhi iken o da Bektâşî oldu, çıktı..”

30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe giren Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair yasa ile Dergahın kapatılmasından sonra ve müze olarak açılmasından önce, 1958 yılında külliyede incelemelerde bulunan C.H.Tarım, caminin inşasına ilişkin Arapça yazıt olduğu bilgisini vermektedir. Bugün yerinde olmayan sözkonusu yazıtta, “caminin Yavuz Sultan Selim dönemindeki son Dulkadiroğlu Emiri Şehsuvar Bey oğlu Ali Bey tarafından 926 (M.1519-1520) yılında yaptırıldığının” yazılı olduğu ileri sürülmektedir.

Kesme taştan yapılmış olan caminin önünde üç kemer bulunmaktadır. Kare planlı caminin minaresi, kuzey-batısında yer alan çıkıntı bir duvar üzerine yerleştirilmiştir.

MİHMAN EVİ (Konuk Evi):

Dergaha gelen misafirlerin ağırlandığı yer olarak kullanılmıştır. Mihman Evi iki odalıdır. Birinci oda dikdörtgen biçimli olup yüksek küçük pencereleri, gömme dolapları ve bir ocağı bulunmaktadır. İkinci oda, girişin sağında tek penceresi ve ocağı bulunan bir odadır. İki odadan oluşan Konuk Evi müze deposu olarak kullanılmakta iken, yapılan restorasyon çalışmaları neticesinde 2010 yılında, müzenin ziyaret edilen bölümlerinden biri haline getirilmiştir.

MEYDAN EVİ:

İkinci Avluya girişin solundaki kemerlerin tam ortasındaki kapıdan Meydan Evi’ne girilir. Kapı üzerine konmuş olan lentonun (yığma yapılardaki duvarda, pencere ve kapı türünden açılan boşlukların üzerine konulan yekpare taş) avluya bakan yüzünde Selçuklu üslubu motifler, yere bakan yüzünde ise Yunanca bir yazı bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerinde bulunan, Hacı Bektaş Veli Dergahındaki en eski tarihli Arapça yazıt şöyledir: “Bed ed ömr-ü hazreti’l-ibadeti, melikü’l-meşayih suiale-i evliya Ahi Murad dam-ı devleti, fi yevmi’l-’arefe men ramazani’l-mübarek sittin ve tis’a mieteyn. Sene:767 (M.1366)” Yazıttan, bu yapının 1366 yılında Sultan Gazi Murat (Orhan Bey) (1326-1389) tarafından yaptırıldığını ve Sultanın “Ahi” ünvanını kullandığını anlıyoruz.

Tarikata girme, ikrar verme, nasip alma merasimi ve cem ayinleri bu evde yapılmıştır. Giriş kapısından içeri girilince, sağ ve sol tarafında sekiler bulunan bir oda ile karşılaşılır. Sekilerin üzeri kilimler ve yastıklarla döşelidir.

Bu ilk odadan, daha geniş ve dört tarafı ahşap sedirli olan esas Meydan Evi odasına girilir. Meydan Evi odasının tavanı, kare oluşturan kalın ahşap krişlerin üst üste yerleştirilmesiyle yapılmıştır. “Kırlangıç Kanadı” denilen bu yapı tarzı tavana bir nevi kubbe görüntüsü vermiştir. Bu şekilde, tasavvuf inanışındaki yedi kat gök sembolize edilmiştir. Odanın ahşap sedirleri üzerinde desenli kilimler, kilimlerin üzerinde 12 adet makam postu vardır. “Horasan Postu” ile “Niyaz Taşı” giriş kapısının sol tarafındadır. Giriş kapısının tam karşısında bulunan ocağın sağında “Bektaşi Tahtı” vardır. Ocağın üzerinde, 15. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Hacı Bektaş Veli’nin resmi asılıdır. Kök boya ile yapılmış olan tabloda, Hacı Bektaş Veli’nin kucağında ceylan ve arslan yan yana bulunmaktadır. Bu odanın duvarlarında ayrıca Veysel Karani, Hacı Bektaş Veli ve halifeleri, Balım Sultan, Sarı İsmail ve Kaygusuz Abdal ile Kazak Abdal’ı resmeden tablolar asılıdır.

Meydan Evine girildiğinde sol tarafa düşen duvarın ortasındaki kapıdan, Meydan Evi Babasının makam odasına geçilir. Bu odanın ahşap sedirleri ve dolapları vardır. Tavanı ise Meydan Evi odasının tavanı gibidir. Bu odadan açılan bir diğer kapı ile, Meydan Evi girişindeki sekili küçük odaya kadar uzanan koridora çıkılır. Bu koridorda Bektaşilikle ilgili eserler sergilenmektedir.
KİLER EVİ:

Kiler Evi’ne, Meydan Evi girişinin sağındaki kapıdan girilir. İki katlı olan Kiler Evi’nin alt katında, Dergahın kıymetli eşyaları ile yiyecek ve kullanılacak eşyaları muhafaza edilirmişti. Kiler evinin içinden geçilerek girilen mekan Dedebaba’nın kışlık odasıdır.

Kiler Evi ve Dedebaba kışlık odası da müze deposu olarak kullanılmakta iken, yapılan restorasyon çalışmaları neticesinde 2010 yılında ziyarete açılmıştır. Bu bölüm, müze deposunda saklanan hat sanatı ürünlerinin de sergilendiği ve küçük ziyaretçi gruplarına sunum yapılabilecek şekilde tanzim edilmiştir.

Kiler Evi ve Dedebaba kışlık odası üzerindeki ikinci katta yer alan Dedebaba Köşkü, Külliyenin müze olarak açılmasından sonra bir süre kütüphane olarak kullanılmış, günümüzde ise müze idare binası olarak kullanılmaktadır.

ÜÇÜNCÜ AVLU (Hazret Avlusu):

Renkli taşlardan yapılmış, yuvarlak kemerli ve çift kanatlı bir kapıdan (Altılar Kapısı), İkinci Avludan Üçüncü Avluya (Hazret Avlusuna) geçilir. Kapıdan girildiğinde, tek kemerli, üstü örtülü bir bölümle karşılaşırız. Hemen sağ tarafta, Mustafa Kemal Atatürk’ün 22-23 Aralık 1919’da Hacıbektaş’a gelişinde Dergah’da dinlendiği yer olarak bilinen mekanda, sanatçı Filinta ÖNAL tarafından yapılan ‘Atatürk’ rölyefi bulunmaktadır.

Üçüncü Avluya girişin tam karşısında Hacı Bektaş Veli’nin Türbesi (Pir Evi) vardır. Pir Evi’nin doğusunda ise Balım Sultan Türbesi ve Dergaha hizmet edenlerin mezarları bulunmaktadır.

Kızılca Halvet ile bunun kuzey duvarına bitişik olan Hacı Bektaş Veli Türbesi’nin, külliyenin çekirdeğini oluşturduğu kabul edilmektedir. Bu çekirdek yapıya Kırklar Meydanı, Güvenç Abdal ve Resul Bali’ye ait mezarların bulunduğu yapılar da farklı zamanlarda eklenmiş ve Türbe bugünkü görünümünü almıştır.

Bu yapılar topluluğunun giriş cephesi, yan yana üç kemerden meydana gelmiştir. Pir Evi’ne girişi sağlayan ortadaki kemerin üzerinde çarkı felek motifi, on iki imamı temsil eden altın yıldız motifi, hilal ortasında teslim taşı motifi yan yana yerleştirilmiştir. Bu simgelerin hemen altına ise bir teslim taşı yerleştirilmiştir. Ortadaki kemerin altında başlayan, sekiz basamaklı merdivenden inilerek ulaşılan meydanın sonundaki kapıdan (Ak Kapı) yapılar topluluğuna girilmektedir. Merdivenlerden sonraki düzlük kısmın sonunda ve kapının hemen önünde, türbenin yapı kalfası Yanko Medyan’ın mezarı olduğu söylenmektedir. Yanko Medyan’ın çatıda çalışırken ayağı kayarak düştüğü, düşerken de “Yetiş Ya Hz.Pir” diye bağırdığı; bu sırada sanki birisi tarafından tutulmuş gibi yere rahat indiği; Hacı Bektaş Veli’ye bağlandığı ve onun yoluna girdiği; ölünce türbeyi ziyarete gelenlerin çiğneyerek geçecekleri biçimde Pir’in kapısının eşiği altına gömülmeyi vasiyet ettiği söylencesi Vilayetname’de yazılıdır.

Girişin sağında ve solunda yer alan kemerlerin gerisindeki sekilerde, Dergahta hizmet görmüş Babaların mezarları bulunmaktadır. Altı tanesi sağ sekide, altı tanesi de sol sekide bulunan mezarların üstü, sanduka şeklinde ve harçla yapılmıştır. Sol sekideki mezarlar Hacı Mehmet Baba, Şair Turabi Ali Dedebaba, Kara Baba, Sersem Ali Dedebaba, Vahdeti Baba, Ak Baba’ya aittir. Sağ sekideki mezarlardan ikisinin kime ait olduğu bilinmemektedir. Diğer dört mezar ise Hacı Feyzullah Baba, Halil Dede, Mahmut Baba ve Nebi Dede’ye aittir.

Mezarların bulunduğu sekilerin ortasında ve merdivenle inilen sahanlığın sonunda Ak Kapı olarakta adlandırılan Taç Kapı bulunmaktadır. Kapının yapımında kullanılan mermerler Selçuklu devri motifleri ile süslenmiştir. Kapının üst başı sarkıtlı ve iki yanında küçük hücreler vardır. Kapı kemerinin yukarı tarafında kilit taşı üzerine oyulmuş, Selçuklu arması olan çift başlı bir kartal vardır. Onun altına, yazı ile oluşturulmuş ibrik şeklinde bir motif işlenmiştir. Ak Kapıdan iki basamaklı bir merdivenle, sağ tarafında Kızılca Halvet’in (Çilehane) yer aldığı genişce bir koridora girilir.

KIZILCA HALVET (Çilehane):

Ak Kapıdan girilen koridorun hemen sağ tarafındaki, kalın taşlarla çevrili ufak ve basık kapıdan Kızılca Halvet’e girilir. Çilehane olarakda bilinen bu yapı, küçük ve karanlık denilecek kadar loş bir odadır. Kızılca Halvet’in güneyinde ve oldukça yüksekteki ufak penceresi, içeriye az bir ışık vermektedir. Kızılca Halvet 2 x 3 metre ölçüsündedir. Dergahın en eski yapısı olan Kızılca Halvet’in, bizzat Hacı Bektaş Veli tarafından kullanıldığı söylenmektedir.

(HALVET: Tenha ve kapalı yer. Tanrıya tapınmak için kapanılan hücre.)

KIRKLAR MEYDANI:

Kızılca Halvet’e girilen kapının bulunduğu koridorun sonunda bir Taç Kapı daha vardır. Karamanoğlu ve Osmanlı dönemi mimari özelliklerinin izlerini taşıyan bu kapıdan Kırklar Meydanına girilir. Kapının Arapça yazıtında, “Yasinabad Sancak Beyi Murad bin Abdullah tarafından 960 (M.1553) yılında” yaptırıldığı yazılıdır.

Kırklar Meydanı oldukça geniş bir salon görünümündedir. Yüksek tavanı üç kemer tarafından taşınmaktadır. Kemerler arasında yer alan ahşaptan yapılmış iki tam ve iki basık kubbe güneş sembolleri ile süslenmiştir. Meydanı “Hacet (Mürüvet) Penceresi” aydınlatmaktadır.

Kırklar Meydanının doğusunda Resul Bali’nin ve Horasan Erleri’nin mezarları bulunmaktadır. Mezarların bulunduğu yerin önündeki seki üzerinde antika saatler, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin hediye ettiği İran halısı, şamdanlar, levhalar, ipek seccade ve Kırk Budak Şamdan yer almaktadır. Kırklar Meydanında bulunan vitrinlerde Hz. Ali’nin ceylan derisi üzerine Kufi yazısı ile yazmış olduğu Kur’anın secde suresinden bir parça, Alevi-Bektaşi düşüncesinde simgesel öneme sahip on iki dilimli teslim taşları, bele kuşanılan kamberiyeler, kemer üzerine takılan palenkler, dervişlerin kulaklarına taktıkları küpeler sergilenmektedir. Duvarlarda ve panolarda ise, yine Dergahla ve Bektaşilikle ilgili levhalar bulunmaktadır. Üzerindeki yazıdan 1610 yılında yapıldığı anlaşılan, Hacı Bektaş Veli Türbesinin çift kanatlı gümüş kapısıda bu salonda sergilenmektedir. Kırklar Meydanı’nın batısındaki sekinin önünde ve üstünde Çelebi mezarları yer almaktadır. Çelebi mezarlarının yer aldığı sekinin güneyinde ise Güvenç Abdal Türbesine girilen kapı bulunmaktadır.

HACI BEKTAŞ VELİ TÜRBESİ (Pir Evi):

Kırklar Meydanı’nın güneyindeki, motiflerle süslenmiş mermer taşlardan yapılmış kapıdan, Hacı Bektaş Veli Türbesi’ne girilir. Birbirine geçme mermerlerle yapılan kapının süslemeleri arasında, üç tane balık ve dört tane güvercin figürüde kullanılmıştır. Basık kemerin kilit taşı üstünde ise Çift Başlı Selçuklu Kartalı figürü yer almaktadır. Kapıdan içeri “Gök Eşik” adı ile bilinen, genişce beyaz mermer eşikten geçilerek girilmektedir.

Bir kenarı 4.50 metre olan kare plana sahip türbenin ortasında, Hacı Bektaş Veli’nin sandukası bulunmaktadır. Türbe içindeki süslemeler, Selçuklu dönemi mimari özellikleri yansıtmaktadır. Türbe, kesme taştan ve üzeri kubbeli olarak yapılmıştır. Kubbenin üzeri, sivri kurşun bir külahla örtülüdür. Türbe üzerindeki alemde; “Ya Fettah”, “Vakf-ı ‘aleyni kethüda-i Yeniçeriyan-ı Dergâh-ı Aliyye” “1028 (M.1618-1619)” yazısı yer almaktadır.

GÜVENÇ ABDAL TÜRBESİ:

Kırklar Meydanı’nın batısında yer alan sekideki kapıdan Güvenç Abdal Türbesi’ne girilir. Türbe içinde birbiriyle birleşik üç mezar bulunmaktadır. Bu mezarlar, Güvenç Abdal ile dünya güzeli diye anılan sevdiği kız ve bu kızın hizmetçisine aittir. Bu kısma Kızlar Kümbeti adı da verilir. Bağımsız bir bölüm olarak yapılar topluluğuna sonradan eklenmiş olan Güvenç Abdal Türbesi aydınlık ve ferahtır.

Güvenç Abdal, dünya güzeli sevdiği kız ile hizmetçisine dair ve Hacı Bektaş Veli’nin kerametini anlatan söylence Velayetname’de yer almaktadır.

BALIM SULTAN TÜRBESİ:

Üçüncü Avlu’nun doğusunda, piramit külahlı klasik bir türbedir. II.Beyazıt 1501 yılında, İkinci Pir olarak bilinen Balım Sultan’ı (1462-1516), Hacı Bektaş Veli Dergahının başına getirmiştir. Bütün söylentiler Balım Sultan’ın, Edirne’nin 40 kilometre güneyinde bulunan Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli) tekkesinin bulunduğu Dimetoka’dan geldiğini göstermektedir. Balım Sultan’ın, Alevi – Bektaşi düşüncesini ve teşkilatını kontrol altında tutmak için, Osmanlı Devletince Hacı Bektaş Veli Dergahının başına getirildiği yönünde görüşlerde ileri sürülmektedir. Bektaşi Tarikatının biçimlenmesine ilişkin etkisi ve rolü yadsınamayacak olan Balım Sultan, 1462’de Dimetoka’da doğmuş ve 1516 yılında Hacıbektaş’ta ölmüştür. Balım Sultan’ın türbesini, Yavuz Sultan Selim’in kumandanlarından Şehsuvaroğlu Ali Bey’in 1519 yılında yaptırdığını, Türbe kapısının üst duvarındaki yazıdan anlıyoruz. Duvardaki yazıt şöyle: “Bina hazihi kubbetü’ş-şerifetü’l-emirü’l-Ali Ali Bey b. Şehsuvar Bey li kutbi’l-evliya ve hulasetü’l-budala Hızır Bali b.Resul Bali b.Hacı Bektaşî’l Horasani Nurullah-i mergadi fihim sene hamse ve ışrin tis’a mie. 1519.”

Türbeye, önünde üç kemer bulunan üstü örtülü alandaki kapıdan girilir. Türbeye girildiğinde dikdörtken biçimli ufak bir oda ile karşılaşırız. Tam karşıda bulunan kapıdan, Balım Sultan’ın mezarının bulunduğu türbeye ulaşılır. Balım Sultan Türbesinin içi kare planlıdır. Türbenin içinde ejderler ve buket taşıyan güvercin figürlerinden yapılmış büyük bir şamdan bulunmaktadır. Türbede, başka küçük şamdanlar ve kıymetli levhalarda sergilenmektedir. Türbenin üzerindeki kubbe, sekiz köşeli piramit şeklinde ve sivri külahlıdır.

Türbenin kuzey kenarında Kalender Çelebi’nin mezarı bulunmaktadır. 1516 yılında ölen Balım Sultan’dan sonra, Dergah’ın başına Kalender Çelebi’nin geçtiğini ileri sürenler de bulunmaktadır. Kalender Çelebi’nin, Balım Sultan’ın kardeşi, oğlu yada torunu olduğuna ilişkin farklı değerlendirmeler olsa da, Bektaşi Dergahı ile bağını kimse yadsımamaktadır.

(Hacıbektaş WEB yukarıdaki metnin hazırlanmasında, Bedri NOYAN’ın “Hacıbektaş Dergahı ve Türbesi” çalışmasından, broşürlerden ve  ansiklopedik bilgilerden yararlanmıştır.)

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.